11 Ekim 2013 Cuma

Rekabet edemiyor çamur atıyorlar

Rekabet edemiyor çamur atıyorlar

Başta Hürriyet olmak üzere Doğan Medya Grubu yayınlarının, geçen cumartesi atv'de yayımlanan "Veliaht" programının sunucusu Gözde Kansu'yla yolların ayrılmasını 'dekolte kıyafet'e bağlama çabası tutmadı.
GÜNDEM10 Ekim 2013, Perşembe
  • Rekabet edemiyor çamur atıyorlar
canlı yayını izlemek için tıklayın
Yapımcı kuruluşun, "atv zaten ilk bölüm yayımlanmadan önce, Gözde Kansu'nun üslup ve sunum tavrının projeyle örtüşmediğine karar vermişti" açıklamasına rağmen yapılan yanlı yayınlara, Turkuvaz Medya Grubu sert tepki gösterdi. Her programda olabilecek bir ayrılık kararının 'dekolte kıyafet' tartışmasıyla ilişkilendirilme çabaları üzerine Turkuvaz Medya Grubu'ndan yapılan açıklama şöyle: "Eski Türkiye'nin gazetesi Hürriyet'in kötü huyları yine depreşti. Doğan Medya Grubu'nun reyting yarışında baş edemediği atv'yi itibarsızlaştırmak için Veliaht programını diline dolayan Hürriyet, 'Dekolte krizi büyüyor' manşetiyle yine açığa düştü. atv'nin eğlence programı Veliaht'taki basit bir yayıncılık tasarrufunu, siyasi gündemle harmanlayarak manipüle etmek, Hürriyet'e çok yakışıyor ancak kamuoyu artık bu eski numaralara inanmıyor. Hürriyet, eski kafa gazeteciliği bırakıp, objektif davransa ve yapımcı firmanın görüşünü alsa gerçeği öğrenecekti. Tiraj kaybını 'hurda gazetecilik'le durdurmaya çalışan Hürriyet, Turkuvaz Medya Grubu'nun markalarıyla objektif koşullarda rekabet etmek yerine 'bel altı' vuruşlara ve ucuz numaralara başvuruyor. Ancak Hürriyet'in unuttuğu bir gerçek var: Türkiye artık sizin bir manşetle kamuoyunu manipüle ettiğiniz, siyasete ayar verdiğiniz Türkiye değil. Tiraj kaybınızı ve reytinglerdeki kötü gidişinizi Türkiye'nin en itibarlı yayın kuruluşlarına çamur atarak durduramazsınız. Size tavsiyemiz: 'Eski' ve 'hurdacı' medya kafasından kurtulun. Rekabetçi yayın anlayışıyla iyi işlere imza atın. Zira, Türk halkı iyi işlerin hakkını veriyor."

ATV İLK BÖLÜMDEN ÖNCE İSTEMEDİ 
Veliaht yarışmasının yapımcı firması Production House'dan yapılan basın açıklamasında da Gözde Kansu ile yolların ayrılmasının nedeninin kesinlikle 'dekolte kıyafet' konusu olmadığı vurgulandı. Açıklamada şöyle denildi: "Yayıncı kuruluş atv; ilk bölüm yayımlanmadan önce, Gözde Kansu'nun üslup ve sunum tavrının projeyle örtüşmediğine karar vermiş, ileriki bölümlerde kendisiyle devam etmek istemediğini belirtmiştir. Yayın günü sosyal medyadaki olumsuz eleştiriler de bunun doğruluğunu göstermiş ve sunucu değişikliğine gidilmesi yönünde ihtiyaç doğmuştur."



26 Eylül 2013 Perşembe

Yeşil emekli olmuş, sokakta geziyor!

Yeşil emekli olmuş, sokakta geziyor!
Yeşil emekli olmuş, sokakta geziyor!
25 Eylül 2013 23:08
AK Parti Tunceli İl Başkanı Sinan Yerlikaya: “Ortak tanıdıklarımız Yeşil’in yaşadığını bana kısa zaman önce söyledi. O emekli oldu. Elini kolunu sallayarak geziyor.”
AK Parti Tunceli İl Başkanı Sinan Yerlikaya, faili meçhul cinayetlerin baş şüphelisi olarak bilinen ‘Yeşil’ kod adlı Mahmut Yıldırım’ın elini kolunu sallayarak ortalıkta gezdiğini ifade etti. Yerlikaya STAR’a şunları anlattı:

Öldüğü iddiası bir yalan

“İki yıl önce Yeşil’in yaşadığını öğrendim. Çok inandığım, güvendiğim insanlardan haberler geliyordu. Yeşil, bir dönem Ankara’da yaşadığı için onun tanıdığı iş adamları ve arkadaşları bazı yerlerde bir araya gelebiliyorlar. Mehmet Eymür, Yeşil’in öldüğünü söylüyor. Ben buna kesinlikle inanmıyorum. Ölseydi ailesi bu kadar sessiz kalmazdı. Yeşil emekli oldu ve şu an geziyor. Hem yurtiçinde hem de yurtdışında dolaşıyor. Pasaportları da var.”

Çarşıya çıkınca sokak boşalırdı

“1990’larda Ovacık’ta avukatlık yaptığım dönem Yeşil, özel tim elbiseli 50 kişilik grubun başındaydı. Ovacık emniyetinde kalıyorlardı. Yeşil çarşıya çıktığında caddelerdeki insanlar kaybolurdu. Çünkü vatandaşa ortalık yerde işkence yapıyordu eşlerinin önünde soyunduruyordu. Yetkililere söylediğimizde, ‘dokunamıyoruz’ diyorlardı. Hatta Yeşil’den kaçıp yurtdışına gidenler oldu.”

“1997’de Yeşil ile bir telefon görüşmesi yapmıştım. Bana ‘yüz yüze yanlız görüşelim’ demişti. Telefonda bana küfretti. Kızdım ve ‘Bana küfretme’ dedim. ‘Beni neden basına teşhir ettin’ diye kızdı. Beni ‘seni yok ederim’ diye tehdit etti. Ben de ona ‘senin yaptıkların ağır şeyler, bir gün mutlaka yargılanacaksın. Partiye gel, basın açıklaması yap, anlat her şeyi’ dedim. ‘Ben itiraflarımı kasete aldım ve birkaç yerde var. Bende de var bir örneği, onlar ortaya çıkarsa devlet tarumar olur’ dedi. Daha sonra ‘Ankara Gölbaşı’nda görüşelim’ dedi. ‘Tamam’ dedim. Ama yalnız gitmediğim için gelmedi. Sonra aradı, ‘sözünde durmadın’ dedi. Son görüşmemiz o oldu.”


STAR

25 Eylül 2013 Çarşamba

28 ŞUBAT, BÇG VE YEŞİL HOLDİNGLERİN GERÇEK YÜZÜ!

28 ŞUBAT, BÇG VE YEŞİL HOLDİNGLERİN GERÇEK YÜZÜ!
28 ŞUBAT, BÇG VE YEŞİL HOLDİNGLERİN GERÇEK YÜZÜ!
23 Eylül 2013 15:55
Kanal A Genel Yayın Yönetmeni Alper Tan, 28 Şubat döneminde ortaya çıkan BÇG ve "Yeşil Sermaye" konuları ile ilgili önemli bilgiler içeren bir analiz hazırladı. İşte Tan'ın o analizi:
28 Şubat vesilesiyle sık konuşulan ama toplumun gerçek yönünü fazlaca bilmediği BÇG ve “Yeşil Sermaye” konularına bu analizde biraz dikkat çekmek istiyoruz.
Batı Çalışma Gurubu (BÇG):
28 Şubat darbesi yapılmadan evvel Deniz Kuvvetleri bünyesinde faaliyete başlayan BÇG’nin “İrtica ile mücadele” adı altında yürüttüğü faaliyetin tek amacı aslında Müslümanlarla psikolojik savaş idi.
Sözde 10-15 yıl sonra “devlete zarar verebilecek kesimler” tasfiye edilecek ve sindirilecekti. Gerçek amaç ise, kültürlü, bilgili, inançlı, özellikle genç kesimlerin bir bir tespit edilip fişlenmesiydi. Bu amaçla insanlar, dört gruba ayrılarak ona göre tedbirler alındı:
1) Devlet memurları.
2) Vakıf, Dernek, Cemiyet, Cemaat kurup halkı aydınlatanlar, toplumun inanç önderleri.
3) İyi eğitim almış, kültürlü, bilinçli, ufku geniş, hatta yurt dışında okumuş ancak gelecekte tehlike(!) oluşturabilecek kişiler.
4) Tüm bu grupların içerisinde olup, silah kullanma yeteneği olup statükoya karşı direnebilecek kişiler.
Batırılan Bankaların Paraları BÇG’de kullanıldı:
Bu tedbirlerin alınabilmesi için BÇG’nin içerisinde bir istihbarat grubu oluşturuldu. Ayrıca da MİT, Genel Kurmay İstihbarat, JİTEM ve Emniyet istihbarat içerisinde özel birimler oluşturularak, bu birimlerde görevlendirilenler, dünyanın dört bir yanında görevlendirildi. Bu görevlilerden gelen raporlar ve fişlemeler tek tek değerlendirildi. Bu çalışmalar için devletin hazinesinden veya bütçesinden hiçbir ödenek ayrılmadı. Peki yapılan harcamalar nerelerden karşılandı?
Yapılan bütün çalışmaların maddi kaynağının nereden sağlandığını öğrenmek için, içleri boşaltılan ve satılan devlet bankalarına bakmak ve o bankaların yönetim kadrolarını iyi analiz etmek gerekiyor. Bunu yapmak için aslında geç bile kalınmış durumda..
BÇG, 04 Haziran 1995’den 14 Şubat 1997 tarihine kadar 1 Milyon 600 bin kişiyi fişledi. Bunların 64 bini devlet memuru idi ve derhal görevden el çektirilmek istendi. BÇG fişlemeleri bu tarihten sonra da yoğunlaşarak devam edecek ve milyonlarca insan yalan yere yaftalanacaktır.
Bu kesimlerin devletten ve toplumdan dışlanabilmesi, hatta belirli bir kısmının ağır suçlamalarla tutuklanması ve cezalandırılabilmesi için askeri bir darbeye veya yeni bir hükümete ihtiyaç vardı. 1995-1997 arası iki yıl boyunca yapılan tüm çalışmaların icraata konulabilmesi için bunu şart olarak görüyorlardı. Bu maksatla şunlara ihtiyaç duyuldu:
•  CHP, MHP, ANAP gibi muhalefet partilerinin desteği.
•  TÜSİAD, TOBB, TİSK, TÜRK-İŞ, DİSK ve HAK-İŞ gibi iş ve işçi çevrelerinin desteği,
•  Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve HSYK’nın desteği,
•  Cumhurbaşkanı ve Sekreteryası’nın desteği.
*Toplumu etkilemek için de büyük bir medya desteği.
Devletin üst bürokratlarına her gün gruplar halinde MGK Genel Sekreterliği ve Genelkurmay Başkanlığı’nda yönlendirici brifingler verildi. Medya üzerinden toplumda önemli bir öfke patlaması oluşturuldu. Kalabalıklar dolduruşa getirildi. Dimağlar yönlendirildi.
İslami kesimin ekonomisi hedefe konuldu:
Aslında 1995 yılından itibaren sistematik ve operasyonel olarak bir “Yeşil sermaye yapılanması”sağlandı. “Faizsiz sistem” görüntüsüyle “özel” olarak kurdurulan “Yeşil holdingler”e, yurt içi ve yurt dışındaki tüm mütedeyyin vatandaşların yastık altı paralarını toplama görevi verildi.
İnançlarından dolayı, faiz haram olduğu için, faiz değil de kar payı almak maksadıyla mütedeyyin kesimlerin paraları çuval çuval bu “Yeşil” holdinglere gitti. Bu holdinglere yatırılan paraların ne yazık ki 14.7 milyar doları buharlaştırıldı. Mütedeyyin insanların paralarını buharlaştıran bu adamların hiçbiri bu suçtan ceza almadı. Yani 14.7 milyar doların hesabı hiç kimseye sorulmadı.
Bu oyuna alet olan holdinglerin yöneticileri, mütedeyyin Müslümanlar olarak bilinseler de aslında onlar da bu oyunun oyuncuları olarak Derin Devleti yöneten gizli “Üst Yapı”nın karanlık emellerine hizmet etmiş oldular. Çünkü Müslüman milletin maddi-manevi yükselmesinin önüne ancak böyle geçilebileceği hesap edilmişti.
Tasarrufu bulunan mütedeyyin kesimin şahsi paraları bu yöntemle toplanırken, yeşil sermaye diye damgalanan şirketler ve patronlar da fişlenmiş, devlet ihalelerinden ve iş dünyasından dışlanmıştı. Bütün bunlar, bırakın siyasi, ideolojik, dini, psikolojik savaşı, ekonomik savaşın bile ne kadar korkunç, ne kadar acımasız, ne kadar düşmanca yapıldığını göstermiyor mu?
28 Şubat davası sürerken bütün bu olanların hesabı da sorulmayacak mı?
Alper TAN
22.09.2013

ANALİZ

28 ŞUBAT “ÜST YAPI” VE DEMİREL
28 ŞUBAT “ÜST YAPI” VE DEMİREL
24 Eylül 2013 15:43
Bir önceki Analiz’de BÇG’nin amacı, çalışma yöntemleri ve fişlemeleri ile “Yeşil Holdingler”in kuruluş amaçları ve neticesinden bahsetmiştik. Bu defa “ÜST YAPI” ve Demirel faktörünü ele almak istiyoruz.
1997’ye girerken BÇG’nin iki yıllık hazırlığı netleşmişti. Başbakan Necmettin Erbakan’ın TBMM çatısı altında sarf ettiği “Değişim kanlı mı olacak, kansız mı olacak” sözü BÇG’yi kuranlar için altın değerinde bir fırsat veriyordu.
Tanklar neden 28 Şubat’ta değil de, 4 Şubat’ta yürütüldü?
Meşhur 28 Şubat MGK toplantısından 24 gün önce yani 4 Şubat 1997’de tanklar Sincan caddelerini dişleyerek millete ve hükümete gözdağı veriyordu. Tankların neden MGK toplantısından önce yürütüldüğü konusu ve zamanlaması önemli. Çünkü siyasetçilerin, bürokrasinin, medyanın, iş dünyasının, sendikaların ve ülkedeki diğer etkili kesimlerin 28 Şubat kararları açıklanıncaya kadar yerlerini belirlemeleri için böyle yapıldı. Darbeyi planlayan “Üst Yapı” böyle istiyordu. Kimler darbeye destek verecek, kimler karşı çıkacak, kimler sessiz kalacak? Bunu görmek istediler. Ne yazık ki devletten ve toplumdan ciddi bir itiraz gelmedi. Bu durum onları daha da cesaretlendirdi.
28 Şubat 1997’deki MGK toplantısına gelindiğinde, devletin tüm kurumları, bürokratları, üst yargı mensupları, medya, etkin iş adamları, üniversite yönetimleri, sivilleşememiş toplum örgütleri, yerlerini darbecilerden yana belirlemişlerdi.
28 Şubat “En kanlı” darbe
Evet; söylendiği gibi hükümeti düşürmek için silah sıkılmamış, hükümet üyeleri ceza evine atılmamış ve klasik bir askeri darbe yöntemi kullanılmamıştı. Ancak bu darbenin yollarını yapmak, darbenin uzun süre ve derinlemesine tutunabilmesini sağlamak için 3 bin 600 civarında insanın kanına girilmiş, önceden isimleri belirlenen ve listelenen insanlar, çeşitli yöntemlerle malum, “Faili meçhul” listesine dahil edilmişti. Bu yönüyle 28 Şubat darbesi bugün bilinmese bile Cumhuriyet tarihinin “En kanlı” darbesi olarak tarihe geçecektir..
Toplum kuzu sessizliğindeydi
Bu darbenin, halkın en az yüzde 70’ini karşısına almış olmasına rağmen, mağdur edilen, hakkına tecavüz edilen bu toplumun, bu kadar kuzu sessizliğine bürünmesi, hatırı sayılır şekilde itiraz etmemesi ise darbe yapılması kadar vahim ve acı bir durumdur. Bundan dolayıdır ki 2003, 2004 yıllarında ve devamında darbe heveslileri, 28 Şubat darbesine ince ayar yapmak için yeniden kolları sıvamışlar ve 2007 yılında 27 Nisan muhtırasını yayınlama cüretini de gösterebilmişlerdir.
Darbenin esas patronu gizli “ÜST YAPI”
Ankara’da devam eden 28 Şubat davasında yargılananlara bakılacak olursa bu darbeyi yapanlar sadece askerlerden ibaret görüntüsü var. Ancak bu kanlı darbeyi sadece Silahlı Kuvvetler içerisinde hızını alamayan birkaç komutanın işgüzarlığı olarak görmek son derece yanıltıcıdır. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat darbelerinin hepsinin arkasındaki ve üstündeki esas güç, göründüğü gibi sadece asker değildir. Asker sadece operasyonel olarak kullanılmıştır. Bu darbeleri planlayan, darbelerin alt yapısını ve zeminini hazırlayan, toplumsal ilişkilerini organize ettiren esas güç, NATO-ABD güdümünde çalışan, gizli “ÜST YAPI”dır. Bu gizli yapı, oluşturduğu yönetim ağı ile 2006 yılı ortalarına kadar illegal olarak devleti ve onun önemli kurumlarını yönetmekteydi. Darbenin gerçek sahibi planlayıcısı bu “ÜST YAPI”ydı.  
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de, MGK üyesi komutanlar da darbe gerekçelerini aynı elden alarak, o günkü (28 Şubat 1997) MGK toplantısında buluşmuşlardı. Önceden hazırlanmış MGK kararları, hükümet üyelerinin önüne konuldu. Toplantıda bu konular ortaya konulup detaylı şekilde tartışılmadı.
İlk imza Turan Tayan’dan
Hükümet üyelerinden, 28 Şubat kararlarını ilk imzalayan, Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan’dı. Turhan Tayan, Bakanlar Kurulu içerisinde 28 Şubat’ın en önemli temsilcisiydi. Kendini kamufle etmek için toplantı sırasında yer yer sureti haktan konuşmalar yaptığı da anlaşılıyor.
Erbakan önce bunu imzalamadı, çünkü seçmenine izah edemeyeceğinin farkındaydı. Ama birkaç gün sonra o da imzaladı, uygulanması ve uygulamaların takibi için bakanlara “çok gizli” yazı ile talimat verdi.
Böylece süreç işlemeye başladı. TBMM içi ve dışı muhalefet, Cumhurbaşkanlığı, sivilleşememiş toplum örgütlerinin temsilcileri, yargı mensupları, ABD, AB ve İsrail’in diplomatları, medya mensupları, artık gruplar halinde Genelkurmay Başkanlığı ve MGK Genel Sekreterliği’nin organize ettiği brifinglere katılıyorlardı. “Demokrasinin beşiği” ABD ve AB’den hiçbir itiraz olmadığı gibi olağanüstü teşvik vardı darbecilere.. Tıpkı bu günlerde Mısır darbecisi Sisi’ye destek verdikleri gibi..
Hükümet boşta darbeciler devrede
Hükümet boşa çıkarılmıştı. Hükümetin tüm görevlerini, şeklen olmasa bile fiilen darbeciler üstlenmişti. Milli Savunma, Milli Eğitim, Maliye, Hazine, Dışişleri Bakanlığı, bilhassa Başbakanlık'taki bürokratlar ile yargı, artık tek bir elden çıkan tebliğ ve emirlere göre hareket ediyorlardı. Medya üstün bir gayretle darbenin sözcülüğünü üstlenmişti. Büyük gazetelerin “büyük” köşe yazarları, bazı generallerin karargahlarında adeta nöbet tutuyorlardı. Generallerin ağızlarından ne çıkarsa ertesi gün geniş yorumlarla pompalanarak gazetelerden aktarılıyordu. Karargah’tan verilen talimatlarla ortak manşetler bile atılıyordu.
Demirel darbelerin “mağdur rolündeki aktörü”
Altı oyulan, milletvekilleri devşirilen ve iyice boşa çıkarılan hükümet, daha fazla gidemedi. 18 Haziran 1997 günü Necmettin Erbakan Çankaya Köşkü'ne çıkarak istifa edip, Demirel’den “Başbakanlık için yeni görevi DYP Genel Başkanı Tansu ÇİLLER’e vermesini” talep ettiğinde Süleyman DEMİREL, istifa mektubunu hışımla Erbakan’ın elinden alıp “Başbakan'ı tayin etmek senin değil, benim işimdir. Açın Anayasa'yı iyice okuyun. Ben kimi istersem ona hükümeti kurma görevini veririm” diyerek, hükümetin ipini çekiyor ve görevini ifa ediyordu.
6 defa gidip 7 defa gelmekle övünen ama her defasında sözümona darbelerden yakınan, darbe filmlerinin “mağdur rolündeki aktörü” Süleyman Demirel, bir defa daha fötr şapkasından tavşan çıkarıyor, bu defa 28 Şubat’ın başkomutanı olarak bu darbeyi özenle ve kendi elleriyle yapıyordu.
Demirel FP’den destek bile aldı
Demirel öyle bir cambazdı ki 2000 yılında Cumhurbaşkanlığı süresi dolduğunda 5+5 diye bir formül üreterek artı 5 sene daha Köşk’te kalmak için plan yapmış, 28 Şubat’ta darbe yaparak kapatılmasını sağladığı Refah Partili siyasetçilerin kurduğu Fazilet Partisi’nden bu plan için destek bile almıştı.
Bu da kulaklara küpe olur mu bilinmez..
Alper TAN
23.09.2013