1997’ye girerken BÇG’nin iki yıllık hazırlığı netleşmişti. Başbakan Necmettin Erbakan’ın TBMM çatısı altında sarf ettiği “Değişim kanlı mı olacak, kansız mı olacak” sözü BÇG’yi kuranlar için altın değerinde bir fırsat veriyordu.
Tanklar neden 28 Şubat’ta değil de, 4 Şubat’ta yürütüldü?
Meşhur 28 Şubat MGK toplantısından 24 gün önce yani 4 Şubat 1997’de tanklar Sincan caddelerini dişleyerek millete ve hükümete gözdağı veriyordu. Tankların neden MGK toplantısından önce yürütüldüğü konusu ve zamanlaması önemli. Çünkü siyasetçilerin, bürokrasinin, medyanın, iş dünyasının, sendikaların ve ülkedeki diğer etkili kesimlerin 28 Şubat kararları açıklanıncaya kadar yerlerini belirlemeleri için böyle yapıldı. Darbeyi planlayan “Üst Yapı” böyle istiyordu. Kimler darbeye destek verecek, kimler karşı çıkacak, kimler sessiz kalacak? Bunu görmek istediler. Ne yazık ki devletten ve toplumdan ciddi bir itiraz gelmedi. Bu durum onları daha da cesaretlendirdi.
28 Şubat 1997’deki MGK toplantısına gelindiğinde, devletin tüm kurumları, bürokratları, üst yargı mensupları, medya, etkin iş adamları, üniversite yönetimleri, sivilleşememiş toplum örgütleri, yerlerini darbecilerden yana belirlemişlerdi.
28 Şubat “En kanlı” darbe
Evet; söylendiği gibi hükümeti düşürmek için silah sıkılmamış, hükümet üyeleri ceza evine atılmamış ve klasik bir askeri darbe yöntemi kullanılmamıştı. Ancak bu darbenin yollarını yapmak, darbenin uzun süre ve derinlemesine tutunabilmesini sağlamak için 3 bin 600 civarında insanın kanına girilmiş, önceden isimleri belirlenen ve listelenen insanlar, çeşitli yöntemlerle malum, “Faili meçhul” listesine dahil edilmişti. Bu yönüyle 28 Şubat darbesi bugün bilinmese bile Cumhuriyet tarihinin “En kanlı” darbesi olarak tarihe geçecektir..
Toplum kuzu sessizliğindeydi
Bu darbenin, halkın en az yüzde 70’ini karşısına almış olmasına rağmen, mağdur edilen, hakkına tecavüz edilen bu toplumun, bu kadar kuzu sessizliğine bürünmesi, hatırı sayılır şekilde itiraz etmemesi ise darbe yapılması kadar vahim ve acı bir durumdur. Bundan dolayıdır ki 2003, 2004 yıllarında ve devamında darbe heveslileri, 28 Şubat darbesine ince ayar yapmak için yeniden kolları sıvamışlar ve 2007 yılında 27 Nisan muhtırasını yayınlama cüretini de gösterebilmişlerdir.
Darbenin esas patronu gizli “ÜST YAPI”
Ankara’da devam eden 28 Şubat davasında yargılananlara bakılacak olursa bu darbeyi yapanlar sadece askerlerden ibaret görüntüsü var. Ancak bu kanlı darbeyi sadece Silahlı Kuvvetler içerisinde hızını alamayan birkaç komutanın işgüzarlığı olarak görmek son derece yanıltıcıdır. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat darbelerinin hepsinin arkasındaki ve üstündeki esas güç, göründüğü gibi sadece asker değildir. Asker sadece operasyonel olarak kullanılmıştır. Bu darbeleri planlayan, darbelerin alt yapısını ve zeminini hazırlayan, toplumsal ilişkilerini organize ettiren esas güç, NATO-ABD güdümünde çalışan, gizli “ÜST YAPI”dır. Bu gizli yapı, oluşturduğu yönetim ağı ile 2006 yılı ortalarına kadar illegal olarak devleti ve onun önemli kurumlarını yönetmekteydi. Darbenin gerçek sahibi planlayıcısı bu “ÜST YAPI”ydı.
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de, MGK üyesi komutanlar da darbe gerekçelerini aynı elden alarak, o günkü (28 Şubat 1997) MGK toplantısında buluşmuşlardı. Önceden hazırlanmış MGK kararları, hükümet üyelerinin önüne konuldu. Toplantıda bu konular ortaya konulup detaylı şekilde tartışılmadı.
İlk imza Turan Tayan’dan
Hükümet üyelerinden, 28 Şubat kararlarını ilk imzalayan, Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan’dı. Turhan Tayan, Bakanlar Kurulu içerisinde 28 Şubat’ın en önemli temsilcisiydi. Kendini kamufle etmek için toplantı sırasında yer yer sureti haktan konuşmalar yaptığı da anlaşılıyor.
Erbakan önce bunu imzalamadı, çünkü seçmenine izah edemeyeceğinin farkındaydı. Ama birkaç gün sonra o da imzaladı, uygulanması ve uygulamaların takibi için bakanlara “çok gizli” yazı ile talimat verdi.
Böylece süreç işlemeye başladı. TBMM içi ve dışı muhalefet, Cumhurbaşkanlığı, sivilleşememiş toplum örgütlerinin temsilcileri, yargı mensupları, ABD, AB ve İsrail’in diplomatları, medya mensupları, artık gruplar halinde Genelkurmay Başkanlığı ve MGK Genel Sekreterliği’nin organize ettiği brifinglere katılıyorlardı. “Demokrasinin beşiği” ABD ve AB’den hiçbir itiraz olmadığı gibi olağanüstü teşvik vardı darbecilere.. Tıpkı bu günlerde Mısır darbecisi Sisi’ye destek verdikleri gibi..
Hükümet boşta darbeciler devrede
Hükümet boşa çıkarılmıştı. Hükümetin tüm görevlerini, şeklen olmasa bile fiilen darbeciler üstlenmişti. Milli Savunma, Milli Eğitim, Maliye, Hazine, Dışişleri Bakanlığı, bilhassa Başbakanlık'taki bürokratlar ile yargı, artık tek bir elden çıkan tebliğ ve emirlere göre hareket ediyorlardı. Medya üstün bir gayretle darbenin sözcülüğünü üstlenmişti. Büyük gazetelerin “büyük” köşe yazarları, bazı generallerin karargahlarında adeta nöbet tutuyorlardı. Generallerin ağızlarından ne çıkarsa ertesi gün geniş yorumlarla pompalanarak gazetelerden aktarılıyordu. Karargah’tan verilen talimatlarla ortak manşetler bile atılıyordu.
Demirel darbelerin “mağdur rolündeki aktörü”
Altı oyulan, milletvekilleri devşirilen ve iyice boşa çıkarılan hükümet, daha fazla gidemedi. 18 Haziran 1997 günü Necmettin Erbakan Çankaya Köşkü'ne çıkarak istifa edip, Demirel’den “Başbakanlık için yeni görevi DYP Genel Başkanı Tansu ÇİLLER’e vermesini” talep ettiğinde Süleyman DEMİREL, istifa mektubunu hışımla Erbakan’ın elinden alıp “Başbakan'ı tayin etmek senin değil, benim işimdir. Açın Anayasa'yı iyice okuyun. Ben kimi istersem ona hükümeti kurma görevini veririm” diyerek, hükümetin ipini çekiyor ve görevini ifa ediyordu.
6 defa gidip 7 defa gelmekle övünen ama her defasında sözümona darbelerden yakınan, darbe filmlerinin “mağdur rolündeki aktörü” Süleyman Demirel, bir defa daha fötr şapkasından tavşan çıkarıyor, bu defa 28 Şubat’ın başkomutanı olarak bu darbeyi özenle ve kendi elleriyle yapıyordu.
Demirel FP’den destek bile aldı
Demirel öyle bir cambazdı ki 2000 yılında Cumhurbaşkanlığı süresi dolduğunda 5+5 diye bir formül üreterek artı 5 sene daha Köşk’te kalmak için plan yapmış, 28 Şubat’ta darbe yaparak kapatılmasını sağladığı Refah Partili siyasetçilerin kurduğu Fazilet Partisi’nden bu plan için destek bile almıştı.
Bu da kulaklara küpe olur mu bilinmez..
Alper TAN
23.09.2013